...
Verba volant, scripta manent
17 Ocak 2012 Salı
gece vehimlerinden naklen
bir anda dizlerinin üstüne çöktü.
kafatasına giren sıcak milin canını alması yerine,dizlerine batan keskin çakıl taşlarının acısını hissetmişti.
bir hecin devesi yada tüylü kuzey sığırları gibi öldü.
koca gövdesi daha güzel bir toprağa,çayıra çimene,
rüzgara açık bir vadiye,lacivert suları seyreden bir tepeye düşmedi.
mazisi kanlı,iyi süpürülmemiş,bıkkın taşların üstünde,
zaman zaman eline alıp kuvvetle sıktığında "ben sana döneceğim çünkü senden geldim..."dediği aslına
onurlu bir kavuşma yaşayamadan,(burda ölümü anlatırken bile yaşama sığınmak nekadar ironik) can verdi.
hayır dedim.sen yalnızlığı istemiyorsun aslında.
çünkü henüz yalnız kalmamışsın daha,hala onunlasın.
büyüttüğün onunla,oldurduğun onunla,sevdiğin onunla,seni seven onunla...
benimle olmak senin için bir ihanet değil mi?
gizli saklı ceryan etmeli.
doymak için değil acıkmak için,sevmek için değil hatırlamak için.
bir anneye dönüştüğünü görmek bile bana iyi gelirdi,onu yetiştirmek kalbinde yer etseydi.
arzum silinirdi,ama değil.
oğlunu askere gönderen olsaydın,
kızını gurbete gelin eden.yok.
sen yari mahpusa düşensin.
ben çok uzağım sana.
bir masal oyuncağı sadece.
duvarda renksiz bir örümcek,tüysüz bir kedi,kokusuz bir gül gibi.
beni tamamlayan,tanımlayan herşey hala onun değil mi?
biliyorsun bunlarsız beni gerçek edemezsin ki...
"dağların,hiç ağacı,hiç yeşili,hiç otu olmayan kara kirli dağların ketum bir koyuğunda,
turkuaz renkli bir göl bulmuştum.
eksilmeyen ama taşamayan da.
aranmadıkça bulunamayacak,arasanda saklanacak,inanılmaz bir yörük hikayesi gibi gerçekdışı.
ama bulmuştum ya da o ikramiye bana vurmuştu."
acaba kaç kere ben yerine ona dokundun?beni sevdiğini hiç söylememen içindeki gerçeğin saklandığı son kale mi?
acaba bir kere de salt beni özledin mi?haklısın zalimce oldu bu soru...
elimi bir rendeye yavaşca sürtüyor gibiyim.acısıyla dilimi ısırsam kopsa,acısıyla gözümü yumsam kör olsa,
acısıyla sevgimi unutsam...
yok değil.beni değil onu sevdiğini unutsam.
alelade bir mumun kendi suyunda söndüğü gibi,titreşerek acı bir is kokusuyla,cızır cızır etimi yaksam.
onu sevdiğini,bunu bana söylediğini,peşinen yanlış anlarsın ama deyip elimi kolumu bağladığını unutsam.
erişemediğim sırtımda cerahatli bir şirpençe çıksa,nefes bile alamasam gözüm yaşarmadan,
boğula boğula onu sevdiğini unutsam.
"hem benim parmaklarımı çok istiridye kesti küçükken diyebilsem.
güneş yukarda ama suyun uzağında olsa,görsem ulaşamasam "
ben bu geç kalmışlık hissini taa çocukluğumdan bilirim.
mandolin çalamamamdan,top benim olmazsa kaleye bile geçemememden,öğleye kadar pantolonum lekesiz duramamamdan,
hayatı ansiklopedilerden alfabetik sırayla öğrenebileceğim yanılgımdan bilirim.
zamanda nereye gitsem faydası olur acaba?sahilde nişan merasimine,lohusa yatağındaki fotografa,masadaki bakışmaya,
kıymetin ilk kez aranıza girdiği dakikaya...
tam orda bulunsam tarihi değiştirebilirmiyim?lehime ceryan edermiydi kader?
beni sevmeye evrilirmiydin yada onu sevmemeye,buna bile razıyım değil mi?
köşede çarpışıp birbirimizin gözlerinde erimek için artık çok geç.
hala sakarım ama artık arkasını kollamak zorunda olan bir adamım ya açıktan dönüyorum dibi görünmeyen suları...
evet ,evet haklısın.
aslında benim ki kıyas kabul etmez.senin onyılların benim benim ongünlerim var.komik!kime söylesen güler.
yaşlandıkça sabırsız mı oluyorum ne?belki!
lakin sen hala onu severken,ondan bir yere gitmemişken,ben kendimi nereye koyayım?
bunu yanlış anlamayı ne çok isterdim bir bilsen.hatta hiç anlamamayı,umursamamayı,işte böyle şeyler.
beynime kızgın bir mil gibi giren şeyler.
"adını bilmediğim bir çiçek kokusu geliyor,
oysa mevsimim sonbahar.
bu imkansız diyor aklım.
ama duyuyorum.
çünkü seviyorum..."
12/09/2009
haktan nuri