...

Verba volant, scripta manent

27 Ocak 2012 Cuma

26 Ocak 2012 Perşembe

doğum günü

pastam
ben bugün doğmuşum,
öyle dediler.
yıldıznamem bile varmış,
vakıa göstermediler.
hep aynı süregiden yalnızlıkmış
ömrüm,bilemediler.
ari eleme doğmuşum,
neden üzülmediler?
ben bugün doğmuşum,
bana bile demediler...



23 Ocak 2012 Pazartesi

ihtimal

ihtimal artık deliyim
rençper kırsalında akıl eksikliklerim,
özgür bir gelincik perisiydi
sessizliğimin inkar gayreti.
çoktan geçti.
ihtimal delirmeliyim..

çocuk sevinçlerim vardı,
yitirdim.
şeker alı cicoş camı,
leblebi üfürüğü horoz düdüğü,
bak kirlendi ellerim.
şimdi intihara meyilliyim.
madem hep öyleymiş haleti ruhiyem,
ihtimal delirmeliyim.

ne yapmalı tanrı dağımın gülü?
nasıl vazgeçmeliyim.
kulaklarımın sızısında kalp ritmimi sayarken,
senden el ayak çekmeliyim.
ihtimal buz tutan yüreğimi alıp yeniden delirmeliyim..

15 ocak 2009
haktan nuri..

bir kadın

bir kadın
nar pembesi bir akşamda,
avucunun içini öptüm.
içim umutla titredi.
küçücük elleri.
annesininkilere benzermiş,
öyle dedi.
mushafta geçer o ağacın meyvesi,
gözleri.
ve o derin gülüşleri,
ve o sessiz gülüşleri,
ve ..

uzak bir çöl aslanı,
ancak hürriyetle bağı.
bildim
kan sızan ruhumun kokusunu aldı.

o bir naif kadın,
biliyorum
hızla uzuyor saçları..

20 ocak 2009
haktan nuri

veba


veba

gece idi.
ay dolunay idi.
katolik vebası ışığı en davetkar, raylarda parlıyor idi.
kelimeler bu sebebden idi...



haktan nuri
2009

ya?

anneme..

ya bir istiridyenin içinde doğsaydım,
ya sonradan kuyruğum düşseydi,
ya bir taştan rüzgar koparsaydı,
ya gökten zembille inseydim,
ya ateşten ruhum üfürülseydi,
ya su damlasından donsaydım,
ya sessiz bir çığlık olsaydım,
ya binbir ışıktan kırılsaydım,
ya tek akrabam bir sepet olsaydı,
ya adımı gazete küpürleri koysaydı,
ya canım sözünü hiç duymasaydım..

ya annem,annem hiç olmasaydı....

ne yapardım?

teşekkür ederim annecim.büyük oğlun haktan...

asude

"Asude bahar geldi de geçti,
Şimdi bir sıcak yaz ki kızgın.
Her akşam huzurunu bekler güneş
O tarifsiz güzelliğinde kızılın."


bununla ilgili bir kıssa anlatacağım sana vakti gelince.
---
olur.
---
vakti ne zaman?
neye bağlı?


sırrımı söylediğim zaman gibi kuvvetle muhtemel bir gece,
uzak bir iklimde,
ve dünya elini ruhumdan bir parçacık çektiğinde.

sevdanın ve aşkın cismani bir hükümle yanıbaşımızda
üzerinde eski ama temiz giysilerle oturduğu,
kadim bir çınarın elle sarılamayan gövdesinin
bazen aramızda bazen mazimizde pek çok gölgeyi sakladığı,
bulutsuz bir mehtap ışığıyla hayallerimizin
tül tül yeniden hatırlandığı bir harman arefesinde,


ben gözlerindeki sıcacık ışıkla yıkandığımda anlatacağım...

haktan nuri
2009

L'Ultima Cena

Son Yemek(L'Ultima Cena)


son yemeğim.
en sevdiğim.

reçel :miskece gülünden,
kaymak : kendi sütünde yüzen,
ben başta çok bekledim.
bir melek kanadı değse,devrilse de aç kalsam,
günahlarım silinse,yitince sevdiğim...

lakin
ne ben alimim,
ne tutulmayan balık kaldı deryada.

çaresiz yedim,yedim,yedim...
aklıma bile gelmedi.
ne
terazim,
trençkotum,
ve dar yakasız alkantra gömleğim,
hani heves ettiğim
bir siyah beyaz filmde,
o melankolik melezin giydiği,
zahir mahpushane modeliymiş,
sonradan bildim.
çaresiz yedim,yedim,
açtım,yedim...

gözü elimde kedinin.
heyhat son kırıntıları bu rızkımın,
çaresiz ben tüketmeliyim.
nasıl olsa anılmayacak ya adım.
mirasımıda heybemde götürmeliyim.
bu değil mi hayat,
tam böyle beklenirmiş ölüm dediğin,
son yemeğimi çabucak yemeliyim,
çünkü gözlerimi yemeyi bekler yüksek kulesinde mağrur,
sarı gözlü kedim...

kaçtım olmadı.
sarhoşluğum tutmadı.
bulamadığım huzuru biliyorum ki,
öldüren de benim.
al işte kan,bak işte ellerim,
bu son yemeğim.
çabucak yemeliyim.
bu kandil akşamı,
bir hüzmesinden bile yoksunken ışığın,
kendimi iştahıma sunmalı,
cesedimi yemeliyim.


06/08/2009
02:00
haktan nuri.

Mazeppa

the film

katran döktü ellerine,
körler etini doğradı,
tuz aktı içinden,
yıkandı...

dumanı isterik kahkahalara çamur.

deniz yükseldi incilin ilk sayfasına değin
kürkler,renkli kılıçlarla devasa köpek iskeletlerine süvari bugün.

nerede sessiz pandomim soğuğu?
mavi bacaklı kaz tüylü kadın nerede?
sağrısından akan terle dişlerinin kamaştığı fincancı
burada...

O,odsuz müsekkin kağıtları,
kara taşların yuvarlandığı kuyu,
vaftizci çınar kovuğu...

sen çıkrıkla günahını yolduğum,
çöllleri özleyen çoban,
bıçak at al tenli trompetçiye.
kamçın çıplak,masken samandan,
üflenmiş kar muştucusu hünsa korosu,
kaç burdan...
parmaklarınla yediğin sofranın,bezine sarıl.
altın boynuzdan iç.
efsunun adı mry-amun.

saklan mazeppa.

asker oldu aryadaki bitkin zangoç,
sakallarını taşla kazıttı,yüzü olmayan adam...

teninde kırağı duası düğümlerken
çelik,çanın soğuk gözlerini tuttu.
neden tüm oğlanların saçları kıvırcık...

merdivende anlık dikilin.
çünkü semafor tasları ağlıyor,
çünkü kırık naldan daralı,
sırasız açılırken eski hüküm urbaları,
her yönden geliyor hayat....

ah mazeppa.

ışığı söndü çadırın.artık müzik de sustu,
git içimden,
içimden git artık...

mazeppa //

18/12/2008
haktan nuri

bu kentte zaman

zamanın bu kentte
pek çok sesi var.
kıymetsiz pembe ,plastik.
cafcaflı renkler.
etrafımda taşlar,
taştan duvarlar,etrafımda taştan duvarlar.

çığırtkan martılarla benzeşleri
toplanmışlar başında,
eti satılırken ocakta,
bir içinde bir dışında.
etrafında taşlar,taştan duvarlar.

koş,dur,bul,
ve kaybol...

mevsimsiz lodos bulutları
sakat ayaklanmış tüyü bir gocukta,
ya beyaz sorma,
bulanmış oryel çamurunda.
etrafında bulutlar,taştan bulutlar.

acı bir karanfil kokusuyla uyanınca
kornaları duydum.
fren sesleri çığlıklar sonra zalim kahkahalar,
deklanşör netliğiyle sona erdi.
karton kutular ve kavak sandukalar.
etrafımda karton taşlar.taştan kutular.

ellerimi tuttum,
dillerimi yuttum,
zamanın bu kentte ruhu vardı
çabuk unuttum,
etrafında ruhlar,taştan buluttan kartondan ruhlar...


11/01/2010
haktan nuri.

Margereth

benim bir martım var.

ya da martının ki ben ona margereth adını verdim bir beni var.
onun bana ne isim koyduğunu bilmiyorum,muhtemelen yalnız huzursuz kendini hiç bir yere ait hissedemeyen adam gibi uzun bir doğa-indian ismi vermiş olmalı.
ben ne zaman bu eve gelsem hemen gelip yerine konuyor.gece ise ışığı yakar yakmaz hızlı adımlarla "ismet baba"nın çatısının ucuna yürüyor ve başını biraz eğip bana bakıyor.
neden bilmem diğerleri ona saygı gösteriyor,hele hırsız bir karga var ona hiç tahammülü yok.aslında o kargada da bir kişilik bozukluğu olmalı,kendini martı zannediyor ısrarla suya hücum ediyor ama son anda doğası galip gelip uçmaya devam ediyor.benim gibi cesareti kifayet etmiyor.
birde kendi halinde iki karabatak var sık görüştüğümüz.onlar daha bohem ve asil bir hayat sürüyorlar.mesafeli bir yalnızlığı koruyorlarmış birbirlerine karşı.cemiyetin baskısı ve geri kalmış formalitelerle birbirlerinin hayatını mahvetmeyeceklermiş hiç.böyle çok mutlu imişler.bir kez duydum yinede daha zarif olanı ilerde çok ama çok yalnız kaldığında bundan pişman olacağını gevelemişti söz arasında.zayıf bir andı ciddiye almadı kimse,başta kendisi elbette.

neyse iyi ki bayat ekmekler var.
her yönden akan bir deniz var.
daha hiç burada görmediğim yunuslar.binbir renkle batan güneş var.
iyi ki turuncu hayatın rengi.
şarkı söyleyen çocuklar,müzikle geçen çingene vapurunda oynayan yeni ergen kızlar.ayakta sigara tüttüren hızla büyümek isteyen akneli oğlanlar var.
kum kosterleri ve alayinisema cüretinde önümden geceleri geçen apartman-gemiler var.
avucunda denizi saklayan balıkçılar, ahşap sandalları,rakı şisesi huyunda mavi yastıklı zengin motorları var.
ve dalgaların sesi;hem bir melodisi olan hem hiç tekrar etmeyen.kudretli dalgalar.ölümcül dalgalar.müşfik dalgalar.kıpır kıpır yakamoz kucağı dalgalar var.
ama en çok benim bir martım var.

22/06/2010
haktan nuri..

aynı rüya

bir zağar gibi izini sürdüm,aslında senin olan evimde.
hürmetle ellerini öptüm,katladığın sarı bir mutfak bezinde.
kediler gibi aldım kokunu,güllü alaman pikesinde.
yürüdüm gölgen peşinsıra,herbir istikamette.
//
lakin uyandım,bir kez daha aynı hamhayal rüyadan,
kurumuş açelyanı görünce....

haktan nuri..

Sarı Hazan




"annem dedi ki,erken sarardı yapraklar..."

işte öyle dedi.
durdu bir nefes çekti,
sarma cigaradan.
mavi bir duman gezindi,
gözlerinin içinde.
derin izleri vardı,
senelerin,
ellerinde.
hayret ki,
hala masumdu,
yüzü.
oysa bir katil,
kendi sözü.
uzattı olmayan işaret parmağını,
bir yumru keskinliğinde hem de.

bak / asmalar koruğa döndü.
bak / o zalim yaz sarı saçlarını toprağa döktü.
bak / güz kapıdadır.
bakma ölmek için doğru zamandır.
nasıl olsa sevgilim denmeyen bir çağdır.
işte tam da bu sebeble,
hiç uğruna aşk ziyandır.

işte böyle dedi.
durdu son bir nefes çekti.
o yalancı sevdadan...

28/07/2010
geç bir vakit

haktan nuri..

insomnia

seni bekleyenler
İNSOMNİA

niçin uyuyamıyorum biliyor musun?

çünkü
sağ mememde bir küpe var cam kırıklarından.
bunu biliyor olmalısın.

ben
hala aynı tarafına mahkumum aynı kaotik yatağın.
elimi çekmeceye saklıyorum nedensiz.
hala hava tükeniyor her gece.
toz oluyor ağzım yüzüm.
hala o karaltı bekliyor ışık çoğalana değin kapı eşiğinde.
yastık boğuyor ıslak ıslak.
hala biliyor ağladığımı bu duvarlar.
boşluğuna dönemiyorum gerçek değilmiş gibi yokluğun.
hasretten uyuyamıyorum.
biliyor musun?

oysa yumabilsem gözümü bir kez.
sen
"bana eski zamanlardan bakıyorsun
lohusa yatağından,doğurgan çağından.
aile tarihimizin tülbent koruganından.
herşey genç nasıl taze,eskimemiş.
mutluluk buymuş işte..."

hiç hatırlamadığım rüyyalar gibi.
beni bekliyor olabilir misin?

haktan nuri.
evvelki bir vakit.

kısacık konuşmalar

kısacık konuşmalar

tahta bir masanın çentikleri gibi acıtmaktaydı ruhumu.
artık kurumuş bir emme basma tulumba gibi beyhude inlerken,
gözlerimin önünde çam kokulu ilk gençliğim.
ısırgan otlarını yangısı an be an artmakta.
ben çaresiz...
ve sebebsiz...
ellerimi sıkan küçük bir çocuk olduğuma.
saçlarımın tozlu kaşlarımın yanmış olduğuna,
karnımı ağrıtan bir yılan yutmuş olduğuma,
aziz fikirlerin piştiğine,
inanamıyordum artık.
///
ah ne çok kandırıyor insan kendini...


haktan nuri
24/11/2010

gül masalı

en güzel gül
bir zamanlar
kıskanç bir bülbül varmış.istermiş ki en güzel en kırmızı gül onun aşık olduğu, daha bir gonca bile değilken seçip her seher vakti en güzel şarkılarını ona söylediği, ruhundan ruh, canından can, güzelliğinden ışıltı kattığı gül olsun.tüm alemdeki en büyük sevgi onun ki olsun.yaradılışın sebebi yerini bulsun.

yine böyle bir mevsim, yazın ayağını yeni yeni Buhara topraklarına attığı günlerde, bir nur demeti gibi bahçeden bahçeye uçup en güzel goncanın pıtırcığını aramış.o demiş olmamış, bu demiş bulmamış.daralan zaman içine sıkıntı vermesine rağmen sanki bunun son sevdası, kavuşacağı son mahbubu olduğunu için için bilerek aramış, aramış.

uzak bir kaya dibinde bir bahçevanın hiç elini değmediği,hiçbir nazarın dokunmadığı, gururunu ve asaletini binlerce yıl önceki bir Belkıs ın ense tüyünün doğum terinden damıtmış bir kök görmüş.inanamamış elbet.ne doğruluğuna, ne olabileceğine, ne gonca vereceğine..

her aşık goncalara şakırken, o geceler boyu sabır ve gözyaşıyla hayalindeki goncayı sevmiş.çağırmış.beklemiş.özlemiş.hayal etmiş. hakikat etmiş.

takdiri ilahi senelerdir yalnızlığına sokulmuş alışmış o zarif soyun kökü lütfetmiş, bir filiz vermiş.sonra küçük bir yaprakcık sonra bir tane daha.sanki "gaflet" anıymış ama asaletinin cömertliğiyle bir baht daha yaşamak istemiş belki de.

her boran, her ateşli güneş zulmü, her "kurtçuk" bu görülmemiş aşkı, bu muhabbeti, bu tanrının hikmetini kıskanmış.

ne fayda.

sevda kaderde varmış.

zaman hızla ilerlemiş.bülbül maşuğuna kavuşamadan, onun o alevli rengini rayihasını soluyamadan ölme korkusuyla daha daha emek "çekerek" sabahı akşama, yolları mehtaplara, körfezleri denizlere, dağları derelere, yeşilleri kara taşlara, tozları topraklara katmış.her diyarın sözünü getirmiş.her tabiatın nimetini taşımış.sevgilisi yorulmasın, üzülmesin herşey onun için kolay olsun istemiş.

heyhat o kıskanç bülbülün, o haddini bilmez, o bencil, o kendini hep mühimsemiş bülbülün aşkı kafi mi değilmiş acaba?

böyle bir sultana köle olmak için ne çok zevat sırada beklermiş, ne şahlar geceleri uykusuz kalır tacı tahtı terkedermiş.nice kartallar ki yırtıcılıkları bir taşı parçalarmış,nice kaplanlar ki haşmetleri bir ormanı sustururmuş,nice yunuslar ki denizler kudretine ram olurmuş,hayatlarını buna adamışken mazisinde günahlar, heybesinde özürler, kırk yılın eskimiş, kalbi kararmış bir bülbülünün ne şansı olurmuş ki...

lakin gül tanrının bir lütfuyla bülbülünü sevmiş.

evet sevmiş.

en nihayetinde her akıl izan sahibinin bu emaresi olsada maksudu olmaz dedikleri aşkın goncası açmış.

su damlası oymuş.

kar tanesi oymuş.

süreyya yıldızının tozu,elmas madenlerinin izi,kara ormanların gölgesi,uzak dağların heybeti hep oymuş.

gelmiş ve gelecek en güzel gonca oymuş.

ömrün son goncası oymuş.

bunca sevdaya nazar değmez mi?

bunca kıskançlıktan dağlar yarılmaz mı,denizle köpürmez mi ,ekinler kurumaz mı?

erkekler soyundan dönmez, kadınlar bebeden kesilmez mi?

hep olmuş.

gonca serpilmiş büyümüş açılmış ...

ama ..

rengi yokmuş.alı yokmuş.sevdanın kokusu yokmuş.bülbülüne bakıp sükut eder,"seni seviyorum" demezmiş.

bazı geceler uykuda rüyya gibi duyduğu kelamı da bülbül daha sevinemeden aşkın rengini hıfzeden  kanatlarının içinde saklayıveririmiş.

bülbül bilgelere sormuş.bilememişler.

aşıklara sormuş.çözememişler.

dualar etmiş .ilham edilmemiş ne çare.

bir gece vakti bülbül son şarkısını söyleyip güneşin şark iklimini aydınlatmasını beklerken, gül ona sokulmuş.bülbül hiç durur mu daha sarılmış.dallarının kuruluğuna, dikenlerinin acımasızlığına aldırmamış bile.

o an işte tam o an bir diken bülbülün kalbine batmış.ah demiş kıskanç yürek.ve anlamış.sevmek buymuş.

kalbinin her atışında damarlarındaki kan gülün ruhuna akmış.gonca kızarmış alı çoğalmış.

en nihayetinde güneş, yaradanın en güzel kırmızısını gerçekten seven, tüm günahlarının kefaretini canıyla ödemiş bir bülbülün, en son, en kıymetli ve hakikatli hediyesiyle can bulmuş, o güzelim tüllerin ,o güzelim tenin, o güzelim bedenin her yanında göstermiş.

gece bitmiş.gün doğmuş.

gül olmuş.

bülbül ölmüş.



seni seviyorum desin her doğan güneş.

her biten gece.

her gül.

benim sevgilime.

o gece

o gece

basamak dört,
kapı demir,
kaldırımlar soğuk..

yanmayan bir sokak lambası, mecalsiz,
gölgesine sığınmış bedenim.
etrafımda eski İstanbul.
kedileri,delileri,zenginliği,çöpleri
gönülsüz buyur etti beni.
velileri,garipleri,düşkünleri

yağmur ılık,
rüzgar zehir..

o yakın balkonda,
geceyarısı söndü tekgöz ışık.


iki sıra çamaşır akşamdan asılan,
erkenden toplanmış (ham incirler gibi),
ve ben seni göremedim,
anca yetiştim kıpırdayan perdeye,
beyhude beklemedim..
zile gidemiyen elim,
söze gidemeyen dilim..

dört basamak,
demir kapı,
buz kesmiş yüreğim..


4 ekim cumartesi geceyarısı
istanbul.
haktan nuri..

haset

haset

ilk özendiğim neydi?
boyumun yetmediği bisiklet mi?
elimi tutmayan benli kız mı?
dilimi dolaştıran büyü mü?

ilk ne idi?

haktan nuri..
1999

eskidendi

terk-i diyar

ne gelen var.
ne bilen.
gönlüm kocamış tekkelere döndün..

haktan nuri..
1979.

anatomi

bir muammanın naif anatomisi.


(ya ben artık kan görmekten korkuyorsam.
elleri titreyen alkolik bir cerrah eskisi gibiyim.)

haktan nuri...
2007

ardından


BİR ÖLÜNÜN

arkasından ağlar ki,
....................................insan kendi günahlarına.
neden anımsanmayan,
........................................çiçekler dökülünce yollara,
uzar gider akşamüstlerinde,
.........................................yorgun yabanıl çığlıkların.
yinelenmesi olmayan tadında,
......................................gizlenirken aldanış farkı.
gören de yok......
................bilen de..........

.......................ARDINDAN


haktan nuri
2003

ayağımın ucu deniz

20 Ocak 2012 Cuma

varlık hakkında

saadet bir umman derinliğinde de olsa

kara geceye karşı ben yine varım...





         Çiçek bozuğu akşam karanlığına:

Benim biricik kedimi çaldılar.havada bunalmış sessizlik yankısı varken,kara yazmalı bir gürcü kızı,elimi tuttu,tırnaklarımın dibinde bir sızı gibi onsuz mutluluklarıma gücendim.

Yine kara kaşlı bir korku uzandı gözbebeğime,saçlarımı darmadağın yaktım da,utandım ak sakallı dedemden.

Çoşkulu bir özveri ile ilklerimi,son olsun dediklerimle yan yana koyunca duruverdi zamanlar.

içimde basiretsiz bir yaklaşım telaşı ile ağlarken,huzursuz bazı tarla fareleri bana ileri derecede miyop olduğum gerçeğini bağırarak haykırdılar,sanki başka türlü haykırılabilirmiş gibi.

tozlu,basit,belki de acınabilecek bir hissizlikle dopdulu bakır bir sarkaç gibi gelmiştir hep hayat bana.

Oysa rüzgarlar vardır.

Oysa mıknatıslar vardır.

Oysa romanlar vardır.

Oysa mercan balıkları vardır.

Oysa sebeb olmalıdır koruyan varlığımı.

Hangi sebeb?Hangi sevgi?Veya hangi küçümser inkarcılık?



Bir seslenişcesine yankılandın,

eriyip en mahrem iç çekişlerimde.

Kıskanırcasına sana bağlandım,

ta uzak zamanların efendisince.



haktan nuri

04/08/1990

üzüntü

sessiz bir ağlamak geldi içimden.
köşeden bakıp kaçan muzur kızlar gibi.
ellerimde paslı bir siyahlık saklı.
dilim kurumuş,her sözüm yalanmış besbelli.

dar bir su gözünün telaşesindeydim daha dün.
bonkör harikuladeler saçıyordum kalabalığa.
zehir renkli bir kabir demiriymiş anladım.
zihnimde yaptığım tacın iskeleti,zere kanattı.

açım hala,yoksunum,neden huzursuzum?
kim o? kim?
ilk durdurduğum zemberek kalbime batsın.
biziz o.

haktan nuri
 2008

tren

tren


bir tren alıp götürüyor beni,
bu gecikmiş saatte.
sen.
sen.
benimle eskiyen,
menzili hüzün,
karatren.
tam da içinde ne çok soru var,
denirken.

halbuki...

kentin sarhoş olamayan isli gölgeleri mi daha karanlık,
umudum mu?

meçhul...

muhacir bir soytari ise artık söylenmeyen rubailer dizisi,
çatık simalı yoldaşların hangi biri kader döngüsü?

acaip...

kararıp otursaydım elimde kirli bir çıkınla,
ilkyazın müsvette kucağına,
hiç üşürmüydüm küçücük ellerin hayali varken avucumda?

romantik...

yalanlarıma kendim de inandım mı?

gerçekci...

hiç uyumasam ölümü kandırabilir miyim?

hayalci...

ah bir tren,
bu tren
dalıp giderken
içimdeki boşluğa,
kahverengi bir pırıltı yum dese gözünü,
-----tükenmeden evvel ezberin,
-----bitmeden güzel sözlerin.
razı değilim mendil sallamaya.

uykusuz bir gece,
uzak bir diyar,
kara/kir taşlar,
bitmeyen korkular...

ne zor hali bu sevmenin..

09/04/2009
bostancı
00:15

şeyma

O Havuz
"eğer yanlış hatırlamıyorsam"

bu bir oyun dedi,
ve beni havuza ittirdi..

artık okuyabiliyordum sesli ve hecelemeden,
yatağımdan utanmadan kalkabiliyordum örtünmeden
ne çok şey biliyordum.
soruyor soruyordum ötelemeden,
çoktandır buçuktan altı olmuştum ertelemeden.

bu bir oyun dedi,
ve beni havuza ittirdi..

yaz sonu olmalı şeyma,
hala ham koruklar şeyma,
vişne lekeleri dudaklarımızdan uçtu şeyma,
sabah puhu kuşu ağladı şeyma,
pestil leğenini kim açtı şeyma,
ben oğlanım sen ne güzel kızsın şeyma,
sen sakın ağladığımı görme şeyma.

bu bir oyun dedi,
ve beni havuza ittirdi..

çam kokuyordu.
çamur/su doldu ağzım burnum.
hala ve hep çam kokuyor.
ölüm evvelinde,
günah hasretiyle ruhum.

bu bir oyun dedi,
ve beni havuza ittirdi..

saksağanlar ,
parlak şeylerin hırsızları,
çığlıkla uzaklaştı.
derken dalgalar duruldu.
gün karanlık oldu.
oynardık ya hani karşılıklı ellerimizle kulaklarımızı kapatıp,
öyle ağır, işte öyle uzun bir ses/sizlik oldu.
hayat çam kokuyordu...

bu bir oyun dedi,
ve beni havuza ittirdi..

kaçma şeyma.
gitme şeyma.
sen mutlu ol şeyma.
ben çam kokarım şeyma.
öldü derlerse inanma şeyma.
kısacık bir oyun bu şeyma.
bitti şeyma.

bu bir oyun dedi,
ve beni havuza ittirdi..

09/02/2009
haktan nuri..

son gün

son gün

üzülme dedi babam,
taa pek uzaktan.
hep dua ettik dedi annem,
ağlama dedi,ben ağlarım yeter ki...
dedi.

cehennemin kapısı kapandı belki,
peki içinde miyim dışında mıyım,
belli değil ki.

dürülen defter,
yıkılan köprü,
kopan zincir,
dönen mevsim,
tükenen nefes,
bir oldu geldi..

bunca mı acır canı insanın?
bunca mı zormuş yitirmek?
kim,
kim bana sabrı ve iyiliği tavsiye edecek?
hüsranımın asrı hiç mi bitmeyecek?

ellerim hades kuyusunun iki yanında,
düşüyor düşüyorum.
tarifsiz üzülüyorum..

kimse görmesin beni
ama ağlıyorum..


haktan nuri.
31/12/2008

oğlum

EBRAR
Oğlum.


oğlum boyumu geçti,
zihnimde sabırlı bir ağrı gibi,
sanki bir kader söylevi idi,
bitti.
ne koymalı yerine şimdi?

güzel,
mütecessis,
ve sakin ...
parmakları bile benim gibi.
ciğerimden sanki bir kedi kemirdi,
sessizce gitti.

ağlasam avam,
hem nefesim tıkanıyor dedim.
bir arnavut kaldırımında,
o gece vakti,
ancak ardından bir medet gibi seslendim.

oğlum,kokun değişmedi hiç.
ama sen,
artık,
benim boyumu geçtin...


temmuz 2008
haktan nuri..

LİLİ ye mektup

Lili

sana bir mektup yazmıştım,
okunsa şiirsel derlerdi.
tatlı telaşın.
yer etmiş ruhumda,
etkili bir hece gibi.

lili

merdiven başında beklemiştim.
sen bir yeniyetme kız,
yerinde duramayan bir inci tanesi,
asaletin ve zerafetin eski kadınlar gibi,
hep aklımda.
göz kamaştırıcıydı,
hep aklımda.
etkili bir hece gibi.

lili

sahip olmak korkutmuştu beni,
neyin altında ‘seni seviyorum’ demiştim,
oysa o an çoktan,
----------------------- geçmiş,
----------------------- gitmiş,
----------------------- bitmişti,
etkili bir hece gibi.

lili

tesadüf mü acaba?

lili

hani perdedeki kelebekler,
         neşeli sofran,
         kavun kokan ılık suların,
         daracık giysilerin,
etkili bir hece gibi.

lili

korkmuştum karşılıksız sevmekten.
yine de sevdim,
hiç birşey  beklemeden
sessiz ve yürekten
etkili bir hece gibi.



lili

inan
ezberim silindi.
iltifata tabii değil hakikatin.
yitip gitme ne olur
eksik bir hece gibi...
lili...

10/02/2009
haktan nuri 

kedili kız

herhalde kırmızı idi bisikleti.
o kadar neşeli idi başka renk olamaz.

bir verendanın solgun küpeştesinde,
elinde cam şişeli bir gazozla,
uzun ve beyaz bacakları vardı,
ilk kez onda gördüm dizin arkasını.

sırtını dayadığı duvar,
önünden ayrılmayan kediler,
akşam üstü belki görürüm diye koştuğum yollar,
hep aklımda.

sessiz olduğunu düşünürdüm,
dişini göstermeden güldüğünü,
pileli eteğinin buruşmadığını,
beyaz yakalı kazağın sıkmadığını,
doğruca eve geldiğini,
kimseyle konuşmadığını,
düşünürdüm işte.
hatta inanırdım.

beni bildiğini,
gitmezsem üzüleceğini,
bunu bile düşünürdüm.

mühim adam olmalıydı babası.
kudretli, müdür ya.
muhakkak okumuş kadındı annesi,
her akşam saçlarını tarardı illaki.
şöförlü arabayla mı giderdi ki okula,
ayakkabıları çamur olmaz mıydı,
zannımca hasta bile olmazdı,
öyle güzeldi.
elleri ve parmakları için şiirler yazılabilecek kadar güzel.

konuşsaydık sesinde ne hoşluklar bulurdum kimbilir,
ama hiç duyamadım.
hatta hiç dönüpte bakmadı bile bana.
önümde yürüdü birkaç defa,
pek yakın sayılmazdık ama olsun aynı taşlara bastım incitmeden,
aynı bulutların altında.

tutsam kırılır mıydı?
konuşsam korkar gözleri dolar kaçar mıydı?
hiç bilemedim.

hep duvarın dışında bekledim.
ne geçilebilecek kadar alçak,
ne görülmeyecek kadar yüksek.
ama bir duvarın dışında...


herhalde kırmızı idi bisikleti.
o kadar güzeldi ki başka renk olamaz...

haktan nuri

biz kardeştik

fareler ve insanlar

ne güzel saçları vardı dedi
birazcık sevmek istedim sadece
hani o adsız yavru köpek gibi
hani tavşanlar olacaktı ya onlar gibi
bir kadife
mor yada mavi
okşar gibi
ne güzel saçları vardı değil mi

ne güzel hayaller vardı dedi
yoksulluğun yoksunluktan korkmadığı
bunca birikmiş özlemin ivmesi
çabucak soğuyan elleri ve ayakları tenimdeydi
ne güzel hayalleri vardı değil mi

ne güzel kokardı dedi
çok sevdiğim için mi öldü
benim ellerim mi öldürdü
ikindi güneşinden sakladım
artık ısıtamadığım bedeni
ne güzel kokardı değil mi

ne oldu
-----ışıltılı gözleri
-----çocuk sesi
-----derin gülüşleri
ne oldu

sarstım
uyanmadı dedi
saçları hala yumuşak bir kadife gibi
bu defa hiç itiraz etmedi
sevdim bildiğim gibi

özlemeye bile hakkım yok değil mi
bunca sevmek
boğarak öldürmek demek ki.

haktan nuri



modern zamanların şeffaf tanrısı

bugün

bugün

hani
Musa
Rab bın
bir kaderinden diğerine kaçmıştı ya.
nefes nefese.
bugünkünden yarın ki yalnızlığıma,
sığınıyorum.


sararmış birkaç parça kağıtta kalem,
ya bir tırtılın doğum izi,
ya bir leşin kokulu yüzü.
biliyorum.

hep seveceğim bu şehirden...
kış güneşi hüznüyle,
gidiyorum,

artık yağmayacak merhamet açlığında,
küstüğüm günahlarımsa sırtımda.
belli ki ödeşmem imkansız,
sımsıkı kapalı gözlerimle bile
görüyorum.

şimdi yıkanmış saçların gibi
temiz ve uysal,
yeni bir keder döşeğinde ruhum mahpus kalacak,
biliyorum.

çok eskiyen bu şehirden...
karanlık korkusuyla,
gidiyorum,

tırnaklarının battığı et sızısını unutmaya gidiyorum.
üşüdüğüm sabahların sessizliğini,
oturduğum kaldırımı,
bakdığım pencerendeki ışığı,
hızlı yürüyen gölgeyi,
küçücük ellerini,
hep ihmal etmeye gidiyorum.


bugün gidiyorum,
dur demiyeceksin belli.
ama bil ben yitip gidiyorum..

haktan nuri
2008 zemheri

bir günlük sevgili


herşey senin için..

sevdaya ramak kalmıştı,
bir günlük sevgilim.


o mektuplar,
  -eridiğim derin gülüşlü gözler,
  -kokladığım saçlardaki rayiha,
  -arsızca çaldığım dudaklar,
  -yıldız tuzağı incili gerdan,
bir günlük sevgilim
sevdaya ramak kalmıştı..

hatırlar mısın,
ben o resmi çaldım,
ruhum hapsolmuş adının sağ üst köşesinde şimdi..

hatırlar mısın,
onları mumun yanına koydum,
hani o iki parlak kalbi..

hatırlar mısın,
acı kırmızıydı şarap,
bilindik günahın mihmandar rengi.

bir şems-siper altında kavuştuğumuz an,
   -sonu mutluluğa değiştirilmiş bir masal,
   -ebedi bir muştu dinlemek gibi.
yağmur altında yolları gösteren o cigara.
   -heyula gemiler naylon yorganlarıyla üşürken,
   -dudaklarım sefte o ateşe değdi...

herşey senin için..


bir günlük sevgilim,
sevdaya ramak kalmıştı..



14/02/2009
haktan nuri.

erguvanlı oda

erguvan
erguvanlı odada doğmuş
o kadar şanslı yani.
taa bizanstan kalan rutubetli kara taşlar kadar doğrulanmış
o kadar hakiki.

"uyudum uyandım
günaydın..."

tuttuğum güneş ellerindi,
bekledim karanlığa değin,
gelmedin.

sonra sessizce gittim
dokunmuş sana.
öyle dedin.

ben seni sevmeye koyulmuştum,cesaretle,
helal bir işe başlar gibi
duayla okunmuş pirinçle.
en başta bile düşünmeden hem de.
seni ve kendimde seni önemsemiştim.

birgün,
gömleğimin önü açık seni beklemiştim.
"a" kapısının "buz" camında.
filim gibiydi
bana çok yakındın.
sonra ben hiç kımıldamazken hızla uzaklaştın.
herşey durdu yerli yerince,
sen hızla uzaklaştın
ben duruyordum oysa.
demek dünya bir kuyuya düştü.
ah aşk tutunamadı.
ah aşk bir kuyuya düştü.
beni önemsemiyordun.
beni senden yoksun bırakıyordun.
bir kedi bile artık gelip ruhuma sokulmuyordu.
saçlarım kurudu.
dudaklarım ve kıkırdaklarım kül oldu.
ben seni sevmeye koşulmuştum.

sen bana baktın.
"en güzel cümlelerin koleksiyoncusu"

lohusa yatağından bakar gibi...

düşündüm bir müddet,
seni seviyorum demenin türkçesi yokmuymuş...

içimde bir özlem.

"biliyormusun bahar hakikaten gelmiş.
 gözlerimle gördüm şimdi.
 sahilde yürüdüm.
 mahçup bir kız vardı yanakları pembeleşmiş.
 tam önümden geçti,
 incitmeden kumları..."

taa eskilerden içimde bir dize.

"gökyüzü kapalıydı bahtım açık,
 ruhum mavi alevli zehir denklemlerinden karışık..."

ve bir gidiş hikayesi.

"nehirde yakamoz olur mu hem de güpegündüz?
 şimdi gördüm.
 tekerleklere ve içten yanmalı motorlara inat.
 elektrik tellerine asfalt kaplamalara inat.
 varmış ben gördüm.

 o sarılar suya alaycı mı bakarmış?
 morlar kibirli miymiş?
 saksağanlar köpek mi kovalarmış?
 her tohum böbürlenir miymiş gelin taçlı eriklere?
 boyu ufak meyvesi gani miymiş?

 bu yollar ah bu yollar
 hep bahar her bahar,her hasret hep vuslat.
 her yeşil hacannemin tövbesi,
 her adım eksilen bir günah mıymış?
 böyle mi avunurmuş kafesinde can?"

sonunda yol bitti.
güneş pençeleriyle gökyüzüne kendini çekti.
rengarenk kanadı bulutlarda gece.
öyle aydınlık oldu ki,
yeni bahar geldi...

"aradım seni:seni çok sevdiği mi,
 yalnızlığımdan bile çok sevdiğimi,
 söyleyecektim."

26/04/2010
haktan nuri.

sarı mevsim

nasıl sessiz nasıl sarı burda sonbahar.
hayat bir musalla taşına olgunlukla uzanmış,
son yaprağın altına rücu edişini bekliyor.
dudaklarında izmarite dayanmış tütün harı,
kucağında vazgeçemediği ilkgençlik oyuncakları.
tam göğsünde kavuşturduğu ellerini,
nefesini zaptetmeye bir gardiyan etmiş ama,
hızla eksilen adetin,dibi görünen kifayetsizliği,
parmak uçlarına kadar üşümesine yetiyor.

endişem yeniden hayatı pembe esvabları ile görememek mi?

hayır, hayır...

senden firkatte olmak.
sensiz alemi berzahta olmak.

emelim gözkapaklarımdan sızıyor.
usulca öpüyorsun...
sanki bir tül takıyorum.
sanki bir gül yoluyorum.
kum gibi,kül gibi uçuşurken,
hem mazi hem ati,
tenim ter gibi dökülüyor.
dilim kar gibi eriyor.
ellerimi gömüyorsun en son.
yanağından bir tüy yoluyorsun.
tam kalbime banıp ismini,
yer gök ateş su ve arz adına,
zamana yazıyorsun...

ben sesimle seni seviyorum diyorum.
mevsim dönüyor burada,
mevsim ürperiyor...

nasıl sarı burada bu son / bahar...

haktan nuri
14/09/2009

bu sebeble

işte tam da bu sebeble gidemiyorum bu kentten.
aslında senden ve yaşadığımız her şeyden,
tekrar etmeyecek bile olsa.
bana hala yaşıyor gibi gelen,
onca hali temsil eden bu kentten.

1.
zaman durdu.
bir elma,tuz ve bayat somun.
rahatsız eski harfler.
bir ağıt parmak izi lekesiyle söylenirken,
demir kapıdan geldi Zehra.
zavallı kadim dil.
hapis yorgunu kader.
geçici merhamet.
kır başörtünü.
kör ateşler söndürdü sesimi.
fakirim hep olduğu gibi.
tuğladan örülmüş kalbim,
kırdığın belli.
koş asmalar kurudu,
saksıdaki bebek kan emdi,
ağlamadı.
üç kelimelik horoz çamurdan çiçekleri uyandırsa ya.
bir bardak pirinç,bir kapı zili,
iftira etse zincirlerime ya.
parayla beni azad et,
pembeden,acele et.
offf...
bu ne çok yalnızlık?
bu ne kara bir elma......

2.
bir mum yaktım bahtım aydınlansın diye.
elde var biraz isle sızlayan parmak uçları.
lakin ateş herdaim kırmızı,
hasret sebebsiz iken bile.
arkaik bu lisan,
bana bile....

3.
şimdi ittirdi beni zihnimden hep kaçtığım,
işıkları açtım gündüzden...

4.
yok buralı değil olamaz,bu zehir taciri gökyüzü.
kaybolmuş belliki aşk....

5.
ne çok rengi var mesafenin,hep bozla biten.
üstelik,
heybetli ve umursamaz haliyle,
anadan ama bir cenubiye bile yağmur cemresini sunuyor....

6.
akşam kızıl giysisini tam bu saatte,
Marmaranın davetkar ve arzulu bakışlarının yakıcılığına aldırmadan,
birkaç avare bulutun üstüne savurup soyunduğunda,
aklıma
küçücük ayaklarına her mevsimi her saltanatı,
unutulmuş bir Basra şehri tüccarı gibi sunmak,
ve senin anlık bir taltifini kazanmaktan başka birşey gelmiyor....


işte tam bu sebeble,
bu yarım mısraları hala yaşadığım için seninle,
gidemiyorum bu kentten...

haktan nuri
26/01/2010

eski mahalle deliliğim

eski mahalle deliliğim

uzandım ölüvermeye,
sırtımda istim mavisi frenk gömlek,
kulaklardan taşan bu sessizlik zangoç iştahasıyla yırtmasaydı
telaşeli yelkovan zikrini,
----bu taş duvarlar,
----bu sığındığım çocukluğum,
----bu içimde dönüp duran kızgın demir top,
----bu ayaklarımın uzun geldiği pirinç karyola,
----bu para kokusunun sindiği dolma parmaklarım,
öylece kalacaktı.
açılmayan bir perde önünde,
gölgelerim susacaktı.

kargaların suç ortağı,
boz,
çanak dibi delen,
fare esvablı,
fakir mevlidi kovalardı,
mahalle deliliğim...

acı zehir tadını,
taze ceviz kokusu muştular.
kaşlarımı yoldu,
tırnak dibi korkular...

çiçekli bir elbisesi vardı
akşam sefalarının,
unutmadım.
toprak savaşçılarını binlerce yıl
beklemiş,
giysisiz,
unutmadım.

hangisi güzel?
köle?

ıslıkla ağıt melodisi nedense,
hep balkan soluklu.
yine de kara derili.
çirkin.
sahip/brava/efendi...

altın bu büyü,
uçtu kurudu tiryaki düğümü,
korktum bir kurdeleden,
yönetmen edalı tavus tüyünden,
----eğreti çalgıcı bonkörlüğü,
----kapı önü satıcı aceleciliği,
----hela sıvaması paça acemiliği,
----telefon gürültüsü.
işte bunlardan da korktum.

köle?

topum patladı,balona iğne attım,taksiye kuruşla vurdum,kalemin arkasını çiğnedim.
utandım.
köle miyim?
sanki her beyazı ben kirlettim...

dur dedi yolcu.
boynunda muska topacı.
şeytanım nerde,
gözlerimde kırmızı noktaların avazı...


06/09/2009
haktan nuri

beklediğim şehir

beklediğim şehir

bir şehirde indim,
içimde uzun uzun eprimiş bir gurbet.
havai günlerimin beğenisi,
kalmıştı zamanında o saatli parkta.
üşüştü ilk adımda yorgun aklıma,
ellerim ve geçmişim kenetli,
ette tırnak acısı gibi,
ağır küfürlerin bitmeyen sesi.
seyrek geçen erken uyku insanları,
uyluksuz geceleriyle önümsıra yürürken,
ben daha da indim bu şehir de...
sendromlu adımlarla kazırken köşeli taşları,
içdonu lekeli bir ergencesine tedirgindim.
kara göründü dercesine aradığım mütebessim o yüz,
çoktan düşmüş sonundan vandal denizinin.
başımın üstünde sıra sıra kültürler,
korkuttu medeni sırtlanı.
elimde naneyle limon/ata,
en sevdiğim şehirdi. indim..
kara kadife pantol giyen solucan,
ışığımı emdi.
hışırtılı bir torba içinde boğulurken,
markalı ölüm eğri eylül korukları doğruydu.
ilk kapıyı çal.
kara suyu iç.

01/09/2009
haktan nuri

17 Ocak 2012 Salı

taş

Bende bir çift emanetin var;
İlki tahtadan oyma ördek.
Kanadında mumu var.
Uçamamış, yanamamış, ziyan olmuş.
Ötekini hiç sorma,
Zaten nasıl geri verilir hiç bilemem.
Taştan bir kalp,
Yokluğunu hissetmiş olmalısın.
Cebren almıştım göğüs kafesinden.
Tenime sardım,ruhuma kattım,canımı verdim.
Ne çare;
Veyahut biçare,
Aslını inkar etmedi  hiç.
Tekfur kaleleri gibi durdu sapasağlam.
Taştan geldim dedi,erimedi hiç .
Benim olmadı bir an,
Son sözüm bu olsun tastamam.


haktan nuri

havalimanı

Bu sabah erkenden havalimanına gittim
Ne gidecektim ne de gelecek var

Uzaktan gelen herkese dikkatle baktım
Tam tanıdıkları birini gördükleri o anda
Yuzlerindeki merak, kısmi endişe ve hasretin,
Hizlica tebessümle çerçevelenmis bir refah hissine ,nasıl evrildiğine baktım

Defalarca baktım
Hızla girdiğim kadrajda
 "sinsi bir hırsız gibi
  sırnaşık bir dilenci gibi"
bu mutluluktan gözlerime bulaştırdım

Hep bekledim ya
tecrübeliyim ya
Artık bana gelmeyeceksin ya

Kim suçlayabilir beni gözlerini aradım diye
Bana yine öyle bakman için herşeyimi verebilirim diye

Nasıl olsa aramıza bir elveda girdi ya  
Dudaklarımı kesseler ya
dilimi bükseler ya
Zihnimi iğdiş kalbimi hadım etseler ya
Seni unutabilsem ya
Ne de olsa aramıza o elveda girdi ya...

haktan nuri

kötü kadın

Şefkat,
 kötü kadın,
bileklerimden öptü beni.
Yorgundum sesim çıkmadı.
şiddetle sarsıldım,kendimden ummazdım.
Oysa kurt girmiş mese ağaçları gibi,
Kırgın bir aile bencilliğinden miras kalmış,alçak gönüllü portreler gibi,
Her bir uzvum,yeşil porselen hıçkırıklarıyla parçalandı.
Çal maestro...
Daha daha susalım...
Kalabalık saklasın bizi.
Etrafımda,
Demli günahlarım, aymazlığım,bir de faidesiz bilgim.
Alevlerden kaçalım.
Bir tepeyi usulca aşalım.
Ben hiç bataklık görmedim.sen saklandığımı bilmedin.
Hadi koş cehennemin dibinde şefkatim...

haktan nuri

cin

İçimden cin çıktı,
Uzak kara zülküf dağının yadigarı.
Kanım boğazımı geçti sıcak bile değildi.
Ellerim terliydi ,limonata renkliydi.

Cinim zehir içti,
demirden kafes dilimi kesti,
Burnum asfalta sürttü,
İçimin cini kaçtı.

Seni düşünüyorum o kadar çok ki adını karıştırıyorum,
Bin ismin varmış içimde cinim kaçtı ya bulamıyorum,
Doğrusunu senin sana ne dediğini doğrulatamıyorum.
Seni düşünüyorum yine de gözlerimi avutamıyorum,
Bana çok yaşa de senin gibi üçkez hapşuramıyorum.
Belki erken ölürüm sensizsem artık hiç umursamıyorum,

Cinim nereye gitti kimse bilmez.
Zekiye türkü söyler günahtır bilmez,
Tükürdüğüm bıçak içimi kesmez.
Ararım ararım lensden gözükmez,

Cinim nereye gitti bilinmez...


haktan nuri

mezarlık

Nasıl bir şehirli olur insan,İstanbul misal.
Bir mezarın varsa bir yerlerde ancak,
Veyahut yolunu bildiğin bir mezarlık.
Beni sana bağlayan bu işte,
Mermerden " " isimli o başlık.
Bildigim yegane mezar ve ait olduğum
Son mezarlık...
Bu olmalı en kuvvetli rabıta,
İkimizin arasında,
Hiç görmeden sevdiğim,rüyalarda konuşan validen,
Ve yarım kalan sessiz bir umut timsali.
Servilerin altında,çeşmeli yolun orada,
İkimizin arasında...

haktan nuri..



elveda

Sakın bakma bir daha bana,
Acımayla bile olsa
Sanmam ya merhametin galebe çalarsa,
Değmez benim gibi adama.
Sakın bakma bu defa,
Ağlasam da.
Ki kandırmak için seni,
Yapmıştım evveliyatimda.
Hatırlar beni uçsuz bucaksız kötülügümle, tüm küllükler ve alacakaranlık da.
Ben vazgeçemeyeceğim senden bilirim ya,
Sen ne olur yumuşama ...
Ne sesime ne,ne nefesime inanma.
Ve ne olur görsen beni çamurlu gazeteler altında,
Gözü açık gitmiş,
nöbetçi savcı kuyruğunda,
Sanma kavuşamamaktan aralı kirpiklerim,
Sade azgınlıktan sebep ölümüm,
Ve zalimlikten sana ettiklerim.
Olmadı ya,olamadım ya,
Son ve hep sevgilim
Elveda...



haktan nuri

bilmem

Bilmem gecenin bir sonu var mı?
bahtım erken kalkar,kandilim kendiliğinden yanar mı?
potinimin çamuru silinmiş, gömleğim ütülenmis,
ne mutlu mu?

kumru kuşu

tembel kuş avcıları
Yagmur dindi ve kabaran deniz çaresizce iç ezikliğine sarılıp kuytu iskele babalarına sığınmaya gitti.
yıldızlar da yoktu.
hele ay o hiç yoktu.
gece tüm ruhlari boğuyordu.
işte o an senin nefesin bu kıyıya ulastı.
Martı oldum,balık oldum,sevda oldum..

Ağladı.bu dünyada aşktan da üstün şeylerin olduğunu birkez daha anladı.karanlığa doğru yürüdü.

Bu gece dolunay var ve ben ellerinin sıcaklığı ile o büyüyü hatırlayacağım.

Günaydın ıssız yerlerde açan çiçeğim,sabahın ilk çığ tanesi,karanlıktan korkmayan kumru kuşum...




 
haktan nuri

istimbot

Neden her vapurdan ineceğini Ümit ediyorum hala?
Neden her istasyon trajik?
Neden Allahim bu vazgeçemeyiş?
Dolmuşlar yıkanmış olsa,
Taksiciler traşlı,
Ben güleryüzle bekliyor olsam,
Bu perde kapanır mı?
İçindeki o çift örgülü okul talebesiyle son vapurdan daha tahta sürülmeden atlar mısın?
Sevindim yine,
İnanasım geldi.
Zeytuni gözlerinle sözsüz canım deyişine,
Hayal degildi,değil mi?

haktan nuri

ağıt

Kralın hünsa korosu ağır ağır bir kelt ağıtı dillendirirken,
Sular öldürücü bir soğuklukla boğazıma kadar yükseldi.
Bir başka medeniyetin nefesli sazları Ümit vermekten uzaktı,
Her ses telaşeyle yerini buldu geçmişim gizli adını söylerken...

haktan nuri

bebektim

ayak ucu

renk körü ?
Ayakucunda bekliyorum
Her Mesut olma ihtimalli sabahın....
Midemde bir yumruk,
Güneş kime gözükmüyor?
Biteviye bir kulak çınlaması,
Bu son örgülü telaşe.
Çığlık çığlığa alayini-Sema,
Vahşi boyaları aksa da yeniden hayata,
Renk körü benim olası kaderim.

haktan nuri

gece vehimlerinden naklen

bir anda dizlerinin üstüne çöktü. kafatasına giren sıcak milin canını alması yerine,dizlerine batan keskin çakıl taşlarının acısını hissetmişti. bir hecin devesi yada tüylü kuzey sığırları gibi öldü. koca gövdesi daha güzel bir toprağa,çayıra çimene, rüzgara açık bir vadiye,lacivert suları seyreden bir tepeye düşmedi. mazisi kanlı,iyi süpürülmemiş,bıkkın taşların üstünde, zaman zaman eline alıp kuvvetle sıktığında "ben sana döneceğim çünkü senden geldim..."dediği aslına onurlu bir kavuşma yaşayamadan,(burda ölümü anlatırken bile yaşama sığınmak nekadar ironik) can verdi. hayır dedim.sen yalnızlığı istemiyorsun aslında. çünkü henüz yalnız kalmamışsın daha,hala onunlasın. büyüttüğün onunla,oldurduğun onunla,sevdiğin onunla,seni seven onunla... benimle olmak senin için bir ihanet değil mi? gizli saklı ceryan etmeli. doymak için değil acıkmak için,sevmek için değil hatırlamak için. bir anneye dönüştüğünü görmek bile bana iyi gelirdi,onu yetiştirmek kalbinde yer etseydi. arzum silinirdi,ama değil. oğlunu askere gönderen olsaydın, kızını gurbete gelin eden.yok. sen yari mahpusa düşensin. ben çok uzağım sana. bir masal oyuncağı sadece. duvarda renksiz bir örümcek,tüysüz bir kedi,kokusuz bir gül gibi. beni tamamlayan,tanımlayan herşey hala onun değil mi? biliyorsun bunlarsız beni gerçek edemezsin ki... "dağların,hiç ağacı,hiç yeşili,hiç otu olmayan kara kirli dağların ketum bir koyuğunda, turkuaz renkli bir göl bulmuştum. eksilmeyen ama taşamayan da. aranmadıkça bulunamayacak,arasanda saklanacak,inanılmaz bir yörük hikayesi gibi gerçekdışı. ama bulmuştum ya da o ikramiye bana vurmuştu." acaba kaç kere ben yerine ona dokundun?beni sevdiğini hiç söylememen içindeki gerçeğin saklandığı son kale mi? acaba bir kere de salt beni özledin mi?haklısın zalimce oldu bu soru... elimi bir rendeye yavaşca sürtüyor gibiyim.acısıyla dilimi ısırsam kopsa,acısıyla gözümü yumsam kör olsa, acısıyla sevgimi unutsam... yok değil.beni değil onu sevdiğini unutsam. alelade bir mumun kendi suyunda söndüğü gibi,titreşerek acı bir is kokusuyla,cızır cızır etimi yaksam. onu sevdiğini,bunu bana söylediğini,peşinen yanlış anlarsın ama deyip elimi kolumu bağladığını unutsam. erişemediğim sırtımda cerahatli bir şirpençe çıksa,nefes bile alamasam gözüm yaşarmadan, boğula boğula onu sevdiğini unutsam. "hem benim parmaklarımı çok istiridye kesti küçükken diyebilsem. güneş yukarda ama suyun uzağında olsa,görsem ulaşamasam " ben bu geç kalmışlık hissini taa çocukluğumdan bilirim. mandolin çalamamamdan,top benim olmazsa kaleye bile geçemememden,öğleye kadar pantolonum lekesiz duramamamdan, hayatı ansiklopedilerden alfabetik sırayla öğrenebileceğim yanılgımdan bilirim. zamanda nereye gitsem faydası olur acaba?sahilde nişan merasimine,lohusa yatağındaki fotografa,masadaki bakışmaya, kıymetin ilk kez aranıza girdiği dakikaya... tam orda bulunsam tarihi değiştirebilirmiyim?lehime ceryan edermiydi kader? beni sevmeye evrilirmiydin yada onu sevmemeye,buna bile razıyım değil mi? köşede çarpışıp birbirimizin gözlerinde erimek için artık çok geç. hala sakarım ama artık arkasını kollamak zorunda olan bir adamım ya açıktan dönüyorum dibi görünmeyen suları... evet ,evet haklısın. aslında benim ki kıyas kabul etmez.senin onyılların benim benim ongünlerim var.komik!kime söylesen güler. yaşlandıkça sabırsız mı oluyorum ne?belki! lakin sen hala onu severken,ondan bir yere gitmemişken,ben kendimi nereye koyayım? bunu yanlış anlamayı ne çok isterdim bir bilsen.hatta hiç anlamamayı,umursamamayı,işte böyle şeyler. beynime kızgın bir mil gibi giren şeyler. "adını bilmediğim bir çiçek kokusu geliyor, oysa mevsimim sonbahar. bu imkansız diyor aklım. ama duyuyorum. çünkü seviyorum..." 12/09/2009 haktan nuri

saat

saat çaldı. beklenmedik birşey değil diye düşündü.bir saat için tasarlanmamış bir somya gıcırtısı idi ama çaldı. uzun müddettir gözünü yelkovanın kıpırtısına dikmiş,zihninden onu aslında geçen zamanı durdurmak için, taa çocukluğundan beri kuvvetle inandığı derinde kalan güçlerini uyandırmış olduğu imanıyla, çakan şimşeklerin ve şakaklarına vuran zonklayıcı ağrının etkisiyle, artık muvaffak olabileceği ümidi hakikat sanrısına dönmüştü ki. saat çaldı. yine o derin sıkıntıyı duydu. kapıyı çalan bir alacaklı gibi ısrarlı sıkıntıyı. yorulmayan dalgalar gibi,sabırsız ve inatçı sıkıntıyı. demek saati durduramamıştı. ama hiç mi?arada bir süre durdurmuş olabilirmiyim diye düşündü. dünyada neler değişti bu inkitada diye kısmi bir suçluluk duysa da bu karineyi aceleyle uzaklara süpürdü. acaba ilk anda neden katil benim'i duyumsadığını da merak etmiyor değildi. hani bu pause pek çok hayat da kurtarmış olsa ki olabilirdi zaten asıl istediği de buydu, neden onlar aklıma gelmiyor dedi. hay Allah yine yüksek sesle düşünmüş olmalıydı. çıplak duvarlarda gece gölgelerin istila ettiği o meşum cumhuriyette kendi sesinin yankısını yakalamıştı. eskiden mi kaldı diye düşünmedi değilse de ihtimal beyaz önlüklülere söylememesi gereken bu düşünce mantıksızdı. peki o gece gecemiydi.bu zehirli yılanlar üreten lamba sık sık yanıp söndükçe gece kaçıyordu. zaten güneşi görmeyeli ne çok olmuştu.birazda kavgalı ayrılmışlardı aslında.pişmanmıydı?evet biraz.ama oda suçluydu. ona içinde gördüğü kuşun kurtulması için üflediği halde gölgenin eriyip kaybolmasına ses çıkarmamıştı. ben ne çok gördüm o kuşu diye düşündü.yumsam da gördüm önlüğün ceplerine baksam da. yine sıkıntı işte. bu arada saate bir daha baktı bazı yerleri yavaşca siliniyordu akrep nerdeyse bir boncuk kadar kalmıştı. yeniden yaladı kireci.tadına alışmıştı.sonra saati tam kahvaltıya gelecek şekilde oturttu.çıng sesi hep hoşuna giderdi. kumar makinelerinden beri. hop mükellef bir sofra.babası elinde bir lokma ekmek üstünde zeytin ve biber küçük uçaklar hazırlıyordu. ağzını her açışta yeni bir hücum dalgasını yutuyor zolan gezegenini sümüklü kuekut saldırılarından kurtarıyordu. çok mu yedim dedi.kiloma dikkat etmeliyim sonra bu ipler bileklerimi acıtıyor.hele bir yerin kaşınmaya görsün. zaten o böcekleri ensemden attıklarını biliyorum.içimde kurtçukların gezdiğini.ama olsun yalnız kalmıyorum ya. işte bunu bilmiyorlar. sessiz sessiz güldüm.iyi ki görmediler.tarih boyunca bu hep yanlış anlaşılmıştır ya. giysimi değiştirsem diye bir arzu duyduğumu farkettim.lakin gardrobum pek kısıtlı. bu üstümdeki ve her kustuğumda giydirdikleri naylon olan . vazgeçtim ben de. böylede çıkabilirim dedim.zaten bugün pazar.zaten bugün karanlık.zaten ben o kuş gözlerime konduğundan beri pek göremiyorumda acaba eskiden gözlüğüm mü vardı?bu titremeler ondan mı?yok canım hiç bir kurtarıcının öyle protezleri olur mu?olmaz elbet. hadi çıkayım dedim.ha gayret bir kapı bulmalıyım.bu tam köşede olandan başka ,onu kafamla ne kadar çalsamda açmıyorlar. ama faydası olmuyor değil,bu renksiz hayatta kırmızı olduğunu hatırladığım bişiler damlıyor gözümün önünden tam ben yorulunca. hadi tavşanım beni bekliyor.çıkmalıyım. dön olduğun yerde.dön dön dön. ayakta duramayıp düştüğünde o kapı gözünün önüne geliyor biliyorsun. dön dön dön ve koş, çarpıp çık ardından bir anda beliren kapıyı. koş saat bir daha çalmadan. çık kurtar kendini tüm kapılar yüzüne çarpılmadan.. haktan nuri 08/10/2009 14:00

bu sabah

bu sabah

bir sabah,
eski huzurumla uyansam,
bir sabah.
uzun bir hastalığın son ve soğuk  teri gibi kalsa /esvaplarımda hayat.
kargalar bile kıskansa /magazin gülüşü pozlarıyla,
bir sabah.
yatak bol gelse,şehir sessiz,malum ayaz ılık,
heryer herşey heryüz her hatıra aydınlık,
elemin sonu dese,içimden o ses artık,
bilsem ki,
bana sadece alaturka bir söz "ayrılık",
bir sabah.
ne gök karanlık,
ne ruhum karışık,
inansam her hücrem mesut,her dem huzurla barışık,
günahsız uyansam,
bir sabah.
nihayet uyansam,
bu sabah...

18/11/2011
haktan nuri.