Hem onun çorapları renkli dedi
Saçında da kurdele var
Hem annesi her gece öper okşar
Saçını da tarar elbet.
(kreşendo)
Bit sarsın başını
Çamur dolsun potinleri
Oh canıma değsin
Uçup gitsin kurdelesi.
Hem onun çorapları renkli dedi
Saçında da kurdele var
Hem annesi her gece öper okşar
Saçını da tarar elbet.
(kreşendo)
Bit sarsın başını
Çamur dolsun potinleri
Oh canıma değsin
Uçup gitsin kurdelesi.
Bunca zaman sonra yine burada olmak durdu ve düşündü
bir dakika içinde sanki bir hanayın serin ve sessiz kucağı gibi ama anca bir katırın çift boğumlu Çerçi heybesiyle geçebileceği genişlikteki bu sokakcıklarda kaybolmak isterdi
Keşke dedi keşke Antebe hiç dönmeseydim
İlk başta çok sevimli bir fikirdi tüm popüler fikirler gibi
isim konarak başlamıştı her şey
madem hem eli aş tutuyor hem eli boya kavanozundan çıkmıyor
hem her şeyden uzak hem her şeye yakın olmak istiyor
işte demişti kendi kendine bu tam bana göre
Bu gecenin sabahında ona hep alıştığı içten içe benimsediği adetlerin ve taşra yavaşlığının miyadını dolduracak bir payitaht esintisi ile pekçok davetlinin basının televizyonların şaşırtıcı övgülerine mazhar olan bir iş yapacaktı
Bildiğiniz bir sergi açılışı
Toplamı 19 eser
her birinin altında birer cümlelik aforizma birer vesikalık fotoğraf
yere atılmış birer çiçek
Uzakta geçen 19 mutlu ya da mutsuz yıl
Annesi çok güzel bir kadındı öyle hatırlıyor maharetli bereketli ve lezzetli bir eli vardı
Lakin babası her dem kendi annesinin daha güzel yemek yaptığını iddia eder biraz da istihza ile
Bakalım bu akşam hangi sade suya tirit var derdi
Annesi ellerini saklar ve susardı
Ellerine baktı
beni nereden nereye sürüklediniz.
Camekandaki afişe baktı
İlk el çizimlerinde ne kadar acemiymişim.
çeşit çeşit parmaklar
şekil şekil eller çizmişti bunca zaman ve şimdi sergisinin afişinde onu seyre durmuşlardı
bu el çizimleri patates baskısı yapar gibi bir kolajla sergisinin adı olmuş en ucunda Şehriban mahlası ile birleşmişti
hayat seçeneklerden oluşur ekseri de ihmal edilen ihtimallerden değil mi?
nesebi kuru dul bir kadın vasfıyla memleketinde aman o da neymiş resimmiş dedikleri bir sergi açmak veyahut iki elini yanlarına açıp bu daracık sokakta yürüyüp geçmişinde kaybolmak.
Al sana seçenek dedi
Dudaklarını isirarak …
Tabiat
Uzun ve yılların hükmünü taşıyan kesme taştan bir koridordan yürüdü.
Çıktığı meydan sekizgen bir tabana Apolyont tapınaklarından devşirilmiş granit sütunlar üzerine kondurulu vermişcesine planlı ama buna rağmen gelecekten bir haber gibiydi
Ellerini istemsizce cebine soktu ne aradığını bilmiyordu ne bulduğunu fark edince sanki memnun oldu tertemiz bir mendil kırışmamış yorulmamış yıpranmamış tertemiz bir mendil
Kusuru yoktu üzerindeki kan lekesi hariç
Çocuktu kimseyle geçinemezdi arkadaşları akranları değil tabiat idi.
Ağaçları tanır kuşları bilir toprak altından henüz gün yüzüne çıkmamış her bir çiçeğin doğum sancısını Sezerdi
Annesinin annesinden gelirmiş bu hal öyle derlerdi
Kız olsa tülbent hakkını ona vereceklermiş ama değildi sanki bunu biliyormuş gibi tülbenti mendile çevirmişti kalbinde ve hep üzerindeydi
Umumiyetle uzun kollu Vatkalı manşetli gömleğin sol üst cebinde
Neredeyse hiç ağlamadı çocukluğunda neredeyse hiç düşmedi deli deli hiç gülmedi manasızca inatlaşmadı sanki çocuk olmadı
O mu böyle hatırlıyordu yoksa gerçek mi böyleydi kim bilecek
Bir bayram sabahı düştü dizi kanadı eskiden olsa bundan bir şiir çıkardı ama şimdi bugünlerde buna çocukluk travması deniyor unuttu ama hiç unutamadı o canım mendili kan oluncaya kadar dizine nasıl bastırdığını ucuyla yaradaki taşı toprağı nasıl temizlediğini. Acıdığını unutmak istemedi.
Nadir olan her şey akılda kalır
daha nadir olan şeylerse kalpte
Renkli bir odaya girdi o eski binada mevcudiyetine hayret edilecek kadar kumaşlarla tablolarla figürlerle mobilyalarla tıka basa dolu bir odaya
Daha da çok insanlar vardı onu bekleyen bazısı hayran bazısı kıskanç bazısı umursamayan ama bekleyen pek çok rakip ve müşteri veya öğrenci
Büyük ve sahte bir gülümsemeyle
“Selamlar herkese
Ve teşekkürler”
Teşrifatçılar Koşturdu kalabalıkta bir dalgalanma oldu hızlı adımlarla sahneye çıktı ödülünü aldı bu defa hakiki bir gülümsemeyle insanların üzerinden geleceğe baktı.
Kız olmak isterdi bir gelecekte.
Tülbent çember sarmak başına
Uzayan saçlarını taramak
Ama asla anne olamamak bu bedenle.
İçini susturdu.
Hatırlamak acımasız hatırlamak güç iş
bunu ne kolaylaştırıyor biliyor musunuz
Üstünde kan lekesi olan bir mendil.
Kendinde kendin olamamak daha da zor iş
Bunu ise hiç bir şey kolaylaştıramıyor
Biliyor musunuz
Hiç annelik kanı olamayacak bu mendil.
Siz Siz hiç canı sıkılan bir tanrı gördünüz mü
Aslında kolay bir şey değil
Çünkü her köşe başında ya da her kibrit kutusunda bir tanrı yetişmiyor
Mevcut olanların da pek çoğu taa eski zamanlardan kalma
Hani hatırlarsınız Adem vardı bir de elma
Ya da yüce bir dağın başında oturan Olimpos sevdalısı
Ateşin içinde doğan da oldu bir ağacın kovuğundan çıkan da
Ama hepsi evet hepsi çok uzun bir zaman önce oldu
Bizim canı sıkılan Tanrı’ya dönelim
İlk heves en az 63.000 mezmur yazdırmayı düşünmüştü sonra bu belki çok dedi ve 600’de karar kıldı
hayalinden neler geçiyordu
süslü ve renkli mürekkeplerle parlak kâğıtlara yazılacak okunmaktan ziyade billur camekanlarda sergilenecekti
bu 13000 yıllık diyeceklerdi bunu yazan kör oldu
Neticede tanrı bile olsanız söz insanı bağlıyor bugünlerde artık kimse okumuyor tanrı kelamını bile
Varsa yoksa o küçük ışıklı cam parçaları elleriyle gözlerinin arasında yeni belirivermiş lanetli bir uzuv şeytani bir oyuncak gibi yer eden teknolojik haşerat
Ve maalesef biliyor ki artık o kadim dili o ilahi metni okuyan okumanın ne kadar tanrısal ve yazmaya kardeş olduğunu sezen şu koca alemde yalnızca bir tek yaşlı deli huysuz çirkin ama hala imanla okuyan kaldı
Boşuna canı sıkılmıyordu tanrının çünkü tanrılar da ölürdü ve tanrılar sözleri artık tutulmadığında değil çok daha evvel okunmadığında ölürlerdi
Kısa zaman sonra canı sıkılan tanrı öldü
Bazı mesafeleri görmeyi bu alet yetmiyor her ne kadar taa Kırım Harbi’nde Çarın subaylarının birinin elinden hangi bilinmez zaman ve olay akışıyla buraya bu mahzun kadının feri kesilmiş ellerine geçmiş olsa da istenilen uzaklığı göstermeye ne pyrame ,ne pertavsız ,ne pirinç gövdenin muazzam matematiği ile teşekkül eden uzağı yakın etme kudreti yetmez.
Neden mi ?
Çünkü uzak yerine uzaktakine bakmak insanı o çerçeveden çıkarmaya yetmez.
“ üşümedim yayia dedi biliyorum serin ama bahar havası artık bak Şakayıklar benimle oyun eder gibi ne kadar iştiyakla açmışlar bir tek arkamdaki vişne mevsimden habersiz.”
İçini çekti Robunu düzeltti.
Boş fincanlardan birine hamle etmek istese de iç ezikliği ile duraksadı .
Ne yaptığını bilmemek dedi kendi kendine .
Bu bekleyiş.
bir böcek vızıltısını bir kuş şakıması,
Keşişlemenin uğultusunu ise bir vapur düdügü kesti .
Ah o heyecan .
Hop dürbün buğulu gözlerin hizmetine koştu. Sarmaşığın aceleci goncalarından parmak ucunda kaçınıp Karadeniz istikametine dikkat kesildi.
Belki bu gelen babasıdır.
Belki bu defa Tuna’dan geçmiş sağ salim Köstence‘de Mavna etmiş sonra ilk Bulgar Şilebine yetişip kaptanlığının forsuyla güverteye kurulmuştur .
Belki
Artık bu çerçeveden çıkmak lüzum etmiştir .
Belki .
Şakayık seven başka kadınlar da olmuştur.
Öyle güzel öyle güzel di ki.
Tüm Cihan ona hayran her alem ona meftun her canlı ona meczup
her maden her taş her su her rüzgar her şavk her seda her mevsim onun bendesi idi.
Bunca güzellik kibirsiz olmaz.
Kimseyi sevemezdi ki.
Nefs azgın bir süvari imiş alır da saadeti önün sıra götürürken olmayan gözyaşın en derin elemle içine içine akıverirmiş.
Boyalı kuşlar böyledir demişti hamınninem
Bunca güzeldirler alımlıdırlar, ilahi gibi şakır ibadet gibi uçarlar. Ama sevemezler.
“Acep nedendir hamınnine dedi boyca kamburu çıkmış iki büklüm kadıncağızın anca beline gelen kızçe.
“Te dedi evvelce didiydim ya.
Bu kuşların ecesiymiş.
Burun bükermiş taliplilerine,
Yuvaları bozarmış, hep intizar almış.
Dağlıktan sazlığa hayranı çokmuş seveni yokmuş.”
“ üle bir boran kopmuş gök ilen yer bulamaç olmuş. Yağmur olmuş da denizler aha şu yaylımlar göle durmuş. Gün çıkıp sükun edince allı pullu kocaman bir balık görmüşler o minnacık suda kendini dört bir yana vururmuş. “
“Kim getmiş ki hamınnine ?”
“Felek derler namına akıl ermez miadına. “
“ boyalı kuş görmez mi, lal olmuş , madan olmuş. Sevdalı olmuş. “
“ suda kuş gökte balık olmaz ki hamınnine “
Öyledir işte hep olmazı oldurur bu sevda belası. Balığı uçurur kuşu yüzdürür.
Ama nefesi tez kesilir.
“Hemi olmuş hemi olmamış. Boyalı kuş maşuğunu çırpını çırpını ölürken görmüş. Hiç sözsüz başlayan sevda nefessiz bitmiş. “
“ A kızcağızım sen kanma emi ışıltılı pullara...”
“ kanmam hamınnine.”
Öyledir işte olmaz sevdanın kefareti ,
Yaratılmış en güzel boyalı kuş bile olsan seni bir balığa düşkün ediverir de , biçare neslin tükenir.
Ardından hep derler ,
Öyle güzel öyle güzeldi ki...