...

Verba volant, scripta manent

21 Nisan 2025 Pazartesi

Kıskançlık




Hem onun çorapları renkli dedi

Saçında da kurdele var

Hem annesi her gece öper okşar


Saçını da tarar elbet. 


(kreşendo)


Bit sarsın başını 

Çamur dolsun potinleri 

Oh canıma değsin 

Uçup gitsin kurdelesi. 


 Sade suya tirit


Bunca zaman sonra yine burada olmak durdu ve düşündü

 bir dakika içinde sanki bir hanayın serin ve sessiz kucağı gibi ama anca bir  katırın çift boğumlu Çerçi heybesiyle geçebileceği genişlikteki bu sokakcıklarda kaybolmak isterdi

Keşke dedi keşke Antebe hiç dönmeseydim 


İlk başta çok sevimli bir fikirdi tüm popüler fikirler gibi 

isim konarak başlamıştı her şey 

madem hem eli aş tutuyor hem eli boya kavanozundan çıkmıyor 

hem her şeyden uzak hem her şeye yakın olmak istiyor 

işte demişti kendi kendine bu tam bana göre


Bu gecenin sabahında ona hep alıştığı içten içe benimsediği adetlerin ve taşra yavaşlığının miyadını dolduracak bir payitaht esintisi ile pekçok davetlinin basının televizyonların şaşırtıcı övgülerine mazhar olan bir iş yapacaktı

Bildiğiniz bir sergi açılışı 

Toplamı 19 eser 

her birinin altında birer cümlelik aforizma birer vesikalık fotoğraf 

yere atılmış birer çiçek

Uzakta geçen 19 mutlu ya da mutsuz yıl 


Annesi çok güzel bir kadındı öyle hatırlıyor maharetli bereketli ve lezzetli bir eli vardı

Lakin babası her dem kendi annesinin daha güzel yemek yaptığını iddia eder biraz da istihza ile

Bakalım bu akşam hangi sade suya tirit var derdi

Annesi ellerini saklar ve susardı


Ellerine baktı 

beni nereden nereye sürüklediniz. 

Camekandaki afişe baktı

İlk el çizimlerinde ne kadar acemiymişim.  

çeşit çeşit parmaklar 

şekil şekil eller çizmişti bunca zaman ve şimdi sergisinin afişinde onu seyre durmuşlardı 

bu el çizimleri patates baskısı yapar gibi bir kolajla sergisinin adı olmuş en ucunda Şehriban mahlası ile birleşmişti


hayat seçeneklerden oluşur ekseri de ihmal edilen ihtimallerden değil mi?


nesebi kuru dul bir kadın vasfıyla  memleketinde aman o da neymiş resimmiş dedikleri bir sergi açmak veyahut iki elini yanlarına açıp bu daracık sokakta yürüyüp geçmişinde kaybolmak. 


Al sana seçenek dedi

Dudaklarını isirarak …

Memnu

Tabiat 


Uzun ve yılların hükmünü taşıyan kesme taştan bir koridordan yürüdü. 

Çıktığı meydan sekizgen bir tabana Apolyont tapınaklarından devşirilmiş granit sütunlar üzerine kondurulu vermişcesine planlı ama buna rağmen gelecekten bir haber gibiydi  

Ellerini istemsizce cebine soktu ne aradığını bilmiyordu ne bulduğunu fark edince sanki memnun oldu  tertemiz bir mendil  kırışmamış yorulmamış yıpranmamış tertemiz bir mendil

Kusuru yoktu üzerindeki kan lekesi hariç


Çocuktu kimseyle geçinemezdi arkadaşları akranları değil tabiat idi. 

Ağaçları tanır kuşları bilir toprak altından henüz gün yüzüne çıkmamış her bir çiçeğin doğum sancısını Sezerdi  

Annesinin annesinden gelirmiş bu hal öyle derlerdi

Kız olsa tülbent hakkını ona vereceklermiş ama değildi sanki bunu biliyormuş gibi tülbenti mendile çevirmişti kalbinde ve hep üzerindeydi

Umumiyetle uzun kollu Vatkalı manşetli gömleğin sol üst cebinde 


Neredeyse hiç ağlamadı çocukluğunda neredeyse hiç düşmedi deli deli hiç gülmedi manasızca inatlaşmadı sanki çocuk olmadı

O mu böyle hatırlıyordu yoksa gerçek mi böyleydi kim bilecek 

Bir bayram sabahı düştü dizi kanadı eskiden olsa bundan bir şiir çıkardı ama şimdi bugünlerde buna çocukluk travması deniyor unuttu ama hiç unutamadı o canım mendili kan oluncaya kadar dizine nasıl bastırdığını ucuyla yaradaki taşı toprağı nasıl temizlediğini. Acıdığını unutmak istemedi. 


Nadir olan her şey akılda kalır 

daha nadir olan şeylerse kalpte


Renkli bir odaya girdi o eski binada mevcudiyetine hayret edilecek kadar kumaşlarla tablolarla figürlerle mobilyalarla tıka basa dolu bir odaya

Daha da çok insanlar vardı onu bekleyen bazısı hayran bazısı kıskanç bazısı umursamayan ama bekleyen pek çok rakip ve müşteri veya öğrenci


Büyük ve sahte bir gülümsemeyle

“Selamlar herkese

Ve teşekkürler”


Teşrifatçılar Koşturdu kalabalıkta bir dalgalanma oldu hızlı adımlarla sahneye çıktı ödülünü aldı bu defa hakiki bir gülümsemeyle insanların üzerinden geleceğe baktı. 

Kız olmak isterdi bir gelecekte. 

Tülbent çember sarmak başına 

Uzayan saçlarını taramak 

Ama asla anne olamamak bu bedenle. 

İçini susturdu. 


Hatırlamak acımasız hatırlamak güç iş 

bunu ne kolaylaştırıyor biliyor musunuz

Üstünde kan lekesi olan bir mendil. 

Kendinde kendin olamamak daha da zor iş

Bunu ise hiç bir şey kolaylaştıramıyor 

Biliyor musunuz 

Hiç annelik kanı olamayacak bu mendil. 

Tanrısal


Okuyan


Siz Siz hiç canı sıkılan bir tanrı gördünüz mü

Aslında kolay bir şey değil 

Çünkü her köşe başında ya da her kibrit kutusunda bir tanrı yetişmiyor 

Mevcut olanların da pek çoğu taa eski zamanlardan kalma 

Hani hatırlarsınız Adem vardı bir de elma 

Ya da yüce bir dağın başında oturan Olimpos sevdalısı

Ateşin içinde doğan da oldu bir ağacın kovuğundan çıkan da 

Ama hepsi evet hepsi çok uzun bir zaman önce oldu 


Bizim canı sıkılan Tanrı’ya dönelim 

İlk heves en az 63.000 mezmur yazdırmayı düşünmüştü sonra bu belki çok dedi ve 600’de karar kıldı 

hayalinden neler geçiyordu 

süslü ve renkli mürekkeplerle parlak kâğıtlara yazılacak okunmaktan ziyade billur camekanlarda sergilenecekti


 bu 13000 yıllık diyeceklerdi bunu yazan kör oldu 


Neticede tanrı bile olsanız söz insanı bağlıyor bugünlerde artık kimse okumuyor tanrı kelamını bile 

Varsa yoksa o küçük ışıklı cam parçaları elleriyle gözlerinin arasında yeni belirivermiş  lanetli bir uzuv şeytani bir oyuncak gibi yer eden teknolojik haşerat

Ve maalesef biliyor ki artık o kadim dili o ilahi metni okuyan okumanın ne kadar tanrısal ve yazmaya kardeş olduğunu sezen şu koca alemde yalnızca bir tek yaşlı deli huysuz çirkin ama hala imanla okuyan kaldı

Boşuna canı sıkılmıyordu tanrının çünkü tanrılar da ölürdü ve tanrılar sözleri artık tutulmadığında değil çok daha evvel okunmadığında ölürlerdi


Kısa zaman sonra canı sıkılan tanrı öldü



Uzaklara bakmak


 Dürbün


Bazı mesafeleri görmeyi bu alet yetmiyor her ne kadar taa Kırım Harbi’nde Çarın subaylarının birinin elinden hangi bilinmez zaman ve olay akışıyla buraya bu mahzun kadının feri kesilmiş ellerine geçmiş olsa da istenilen uzaklığı göstermeye ne pyrame ,ne pertavsız ,ne pirinç gövdenin muazzam matematiği ile teşekkül eden uzağı yakın etme kudreti yetmez. 

Neden mi ?


Çünkü uzak yerine uzaktakine bakmak insanı o çerçeveden çıkarmaya yetmez.


“ üşümedim yayia dedi biliyorum serin ama bahar havası artık bak Şakayıklar benimle oyun eder gibi ne kadar iştiyakla açmışlar bir tek arkamdaki vişne mevsimden habersiz.”


İçini çekti Robunu düzeltti.

Boş fincanlardan birine hamle etmek istese de iç ezikliği ile duraksadı .

Ne yaptığını bilmemek dedi kendi kendine .

Bu bekleyiş.

bir böcek vızıltısını bir kuş şakıması, 

Keşişlemenin uğultusunu ise bir vapur düdügü kesti .


Ah o heyecan .


Hop dürbün buğulu gözlerin hizmetine koştu. Sarmaşığın aceleci goncalarından parmak ucunda kaçınıp Karadeniz istikametine dikkat kesildi.


Belki bu gelen babasıdır. 

Belki bu defa Tuna’dan geçmiş sağ salim Köstence‘de Mavna etmiş sonra ilk Bulgar Şilebine yetişip kaptanlığının forsuyla güverteye kurulmuştur .


Belki 

Artık bu çerçeveden çıkmak lüzum etmiştir .


Belki .

Şakayık seven başka kadınlar da olmuştur.



Öyle güzel di ki

Öyle güzel öyle güzel di ki. 

Tüm Cihan ona hayran her alem ona meftun her canlı ona meczup

 her maden her taş her su her rüzgar her şavk her seda her mevsim onun bendesi idi. 

Bunca güzellik kibirsiz olmaz. 

Kimseyi sevemezdi ki. 

Nefs azgın bir süvari imiş alır da saadeti önün sıra götürürken olmayan gözyaşın en derin elemle içine içine akıverirmiş. 


Boyalı kuşlar böyledir demişti hamınninem 

Bunca güzeldirler alımlıdırlar, ilahi gibi şakır ibadet gibi uçarlar. Ama sevemezler. 


“Acep nedendir hamınnine dedi boyca kamburu çıkmış iki büklüm kadıncağızın anca beline gelen kızçe. 

“Te dedi evvelce didiydim ya. 

Bu kuşların ecesiymiş. 

Burun bükermiş taliplilerine, 

Yuvaları bozarmış, hep intizar almış. 

Dağlıktan sazlığa hayranı çokmuş seveni yokmuş.”


“ üle bir boran kopmuş gök ilen yer bulamaç olmuş. Yağmur olmuş da denizler aha şu yaylımlar göle durmuş. Gün çıkıp sükun edince allı pullu kocaman bir balık görmüşler o minnacık suda kendini dört bir yana vururmuş. “


“Kim getmiş ki hamınnine ?”

“Felek derler namına akıl ermez miadına. “

“ boyalı kuş görmez mi, lal olmuş , madan olmuş. Sevdalı olmuş. “

“ suda kuş gökte balık olmaz ki hamınnine “

Öyledir işte hep olmazı oldurur bu sevda belası. Balığı uçurur kuşu yüzdürür. 

Ama nefesi tez kesilir. 


“Hemi olmuş hemi olmamış. Boyalı kuş maşuğunu çırpını çırpını ölürken görmüş. Hiç sözsüz başlayan sevda nefessiz bitmiş. “

“ A kızcağızım sen kanma emi ışıltılı pullara...”

“ kanmam hamınnine.”


Öyledir işte olmaz sevdanın kefareti , 

Yaratılmış en güzel boyalı kuş bile olsan seni bir balığa düşkün ediverir de , biçare neslin tükenir. 

Ardından hep derler , 

Öyle güzel öyle güzeldi ki...